Reha Nergis
Saklanmanın bir yeri olmalı, bir anlamı ve gerekçesi… Kendince bir toplamı ve matematiği olmalı, bir neden etrafında örgütlemeli kendini.
Kaçıp saklandık, evlere sığındık. Pencerelerin, balkonların kıyısından soluduk günü ve geceyi. Pandemiyle sıkıştığımız ev içleri, bizi kendimizle yüzleşir hale mi getirdi yoksa zaten böyle bir niyetimiz yoktu da buna zorunlu mu kaldık? Artık bunun yanıtı kişiye göre değişir. Dağlık arazide bir başına hayvanını otlatan teyzenin sokağa çıkma yasağına uyması gerektiğine ikna olmasak da kendimizi sakındık ötekinden.
Bilen kişiler yine her şeyi bilmeye devam etti bu süre boyunca. Her şeyi bilmekte mahir kişiler, her acıya bir yas günlüğü tutmuş gibi konuşmaya devam etti, her sevinci yaşamış olmalarının bir anlamı olmalıydı nihayet. Gazeteler bu salgınla nasıl baş ettiğimizi yazdı uzun uzun. Haber bültenlerinden bilim kurulunun kararlarını dinlemek için uzun nutukların bitmesini bekledik ve neden sonra maskenin işe yarayacağını kabul ettik el birliğiyle.. Olay bu değil, anlatmaya çalıştığımız şey bir girizgah niyetine de okunmamalı, herkesin yaşadığına dair bilindik ayrıntılar ve korkuların bir araya gelmiş hali de diyebiliriz buna. Nihayet salgının bize uğramaması lazım. Vesselam.
Ama işte sokağa çıkak zorunda kalan insanlar oldu hep. Bir yanda endişe çoğaltan insanların karmaşası büyüdü üstelik.
Yeni bir şey değil, dayısı olan dayısına yaslanmaktan bir an olsun imtina etmiyor. Yeni bir şey değil, dayı olan dayı olmaktan ve ihya etmekten bir an olsun imtina etmedikleri bir memleket gerçeği yaşadığımız. İşte neredeyse her gün okuduğumuz haberlerden biri değil midir, üniversitelerden bilmem hangisinde kişiye özel ilanın verildiği; herkes biliyor o ilanın sadece ve sadece dekanın baldızı için hazırlandığını. Bir yerde kimse inkar etmiyor artık yetkisini kullanarak bütün akrabalarını işe aldığını. Belediyelerin akraba arpalığına döndüğünü, danışmanlardan müdürlere bir aile meclisinin kasabayı ya da kenti yönettiği nicedir malumumuz. Gemisini yürüyor işte herkes.
Biri çıkıyor ve bir cinnet çözer bu meseleyi diye elini taşın altına koyuyor nihayet. Hayır kesinlikle yeni bir politikacıdan, denenmemiş bir başka insandan ya da müthiş solcu bir tılsımdan bahsetmiyoruz. Toplumsal hafızanın işlerliğini yitirdiği bir yerde söze giren bazı insanların bu ezberi bozduğunu okuyoruz Özgür Eren Koç’un ‘Dayısızlığa Övgü’ romanında.
Cehenneme Övgü, Üvey Anneye Övgü, Deliliğe Övgü gibi bir dizi yazardan, bir dizi kitap okuduk zaman içinde. Yaşadıklarımızın bir tutanağı olmalı. Ne diyor toplumsal muhalefeti karalamak için ekran karşısında, yer yer yellenerek, oturan şahıs? Bunun dış güçlerin kışkırtması olduğunu ve birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda bizi bölüp parçalamak isteyenlerin bla bla bla…
Durum aslında öyle değil, bu tamamen memleketin doğru ve adil gidişinden rahatsız olan ve içimizde kendi ellerimizle büyüttüğümüz düşmanların işi… Aslnda eşcinsel evliliği gündeme getirmek ve meşru göstermek isteyenlerin gizli kalkışması. Nihayet o çadırlarda bulunan prezervatifler, haber bültenlerine konu edilmedi mi?
Gidişatın saçmalığından söz etmek, bölücülük ya da bir zamanların yol arkadaşı tarikat lideriyle iş tutmak anlamına geliyor. Koca koca insanlar ekran karşısına geçip bizim bunlara inanmamızı beklemenin yanı sıra yandaş olmakta yarışıyor. Bu da yetmiyor, en büyük ve geçerli komplo teorisini kurmak için çırpınıyorlar karşılıklı. Nihayetinde bunun sonu şişkin hesap cüzdanlarına, ihya eden ihalelere, uçak ve belediye davetlerine, muhkem mevkilerde 3-4-5 işte birden maaş almaya kadar varıyor.
Özgür Eren Koç, yaşadıklarımıza dair kurgusal bir toplam oluşturmuş romanında. Cinayetle başlayan roman, dayısı olmayan polislerin hayatlarının geri kalanında ne yapacaklarına dair soruyla bitiyor. Arada elbette cinayetler işleniyor. Kimler öldürülüyor dersiniz? Dayısı olanlar! Kesin bilgi!
Lise diploması bile olmadığı halde işe alınıp açıktan lise okuyanlar, diplomayı almadan asalaten atananlar uzun yaşamıyor romanda. Bir yerlerden bir yerlere giden, pandemi nedeniyle evden çıkamayanlar arasında yer almayan bir Hakan işliyor cinayetleri. Onun işi ve mesleği sokağa çıkması için elverişli. Ve bu romanda kimse uzaklara yakın diye dayısından gördüğü fiyakalı ayrıcalıktan muaf olmadığı gibi, cinayete kurban gitmeyeceğine de emin değil. Çivici katilin bile seri katil sayılmadığı memleketimizin nihayet bir seri katili var. Hakan kişisi inceliklerin katili aynı zamanda. İhanetle değil kesinlikle, ince işçilikle öldürüyor. Hesap işi cinayetler işliyor.
Keşke bunu öldürmeseydin diye sesleneceğimiz bir adımı bile yok kendisinin. Bir müziği var yaptığı işin, bir matematik, toplumsal bir öç, kitlesel bir yas ve haklılıkla öldürüyor. Onu kıstırıp, yakalayacağını sanıyor devlet. Polis amirleri, Ankara’dan gelen baskılar, ‘aman efendim çok yaklaştık, an meselesi yakalamak’ safsatası da işe yaramıyor.
Bir amacı var cinayeti işleyen kişinin. Aslına bakarsanız hali vakti yerinde, iyi bir işi var, aklı başında, etrafında ve arkadaşları arasında sevilen bir insan. Ha deyince faka basmayacak kadar zeki. Ama bu ahbap çavuş ilişkilerinden gına gelmiş, bıktırıcı derecede cinnete sürüklemiş toplumu. Yoksulların yaşadıkları çaresizlik umurunda değil kimsenin, herkes kendi dümeninde… Hakan, bu çarka çomak sokmanın adımlarıyla yaşıyor günlerini. Topluma bir mesajı var nihayet. Olan biteni kendi başına düzeltemeyeceğini biliyor ama en azından enkazı bir kısmını temizleyeceğinden emin.
Onun peşinde olan polislerin hikâyesi bir başka gündem ama burada yazmakla bitecek gibi değil. Takıntıları ve yalnızlıklarıyla bir başka yerde katilin kim olduğunu bulmaya çalışan cinayet masası polislerinin çıkmazı.
Sonunda bir yere varıyor elbet hikâye. Deniz, öcünü alıyor bir yerde, toprak ve gök öcünü alırken, bir yerden sigarasını içerek olan bitene ancak ve ancak seyirci kalanlar yarın nasıl bir güne uyanacaklarını merak ediyor. Dayısı olanların kaygılanmaması gerektiğini iddia etmiyor roman. Sert bir gerçeklikle gelip karşısına dikilen katilin hünerli ellerine bırakıyor bıçağın buzdan ışıltısını. Romanın sonundaki balta Raskolnikof’tan emanet ve emin olun Külkedisi de bir yerden ses veriyor okura….
Pandeminin emekçisi kuryeler, KHK ile işinden edilmiş insanların açmazı, bir teki cinayet mahallinde kalan kırmızı topuklu, kamera kayıtları, kuralları hiçe sayan polisler, uysal adamlar, sözden çıkmayanlar ve daha bildik bilmedik onca ayrıntı Özgür Eren Koç’un ‘Dayısızlığa Övgü’ romanında bir güzel yer buluyor kendine. Yaşadıklarımızın kurgusal gerçeği, bizi yeni bir sabaha uyanmaya davet ediyor; cinayeti kör bir kayıkçının bile görmediği o gerçeklik, kurgunun bütün olanaklarıyla bir romanın, ‘Dayısızlığa Övgü’nün sayfalarında yer buluyor kendine.