Türkiye’nin tarım arazisi kiralamak için Venezuela gibi 10 ülkeyle temasa geçtiği konuşuluyor. Hatta Türkiye gazetesinin iddiasına göre Tarım Bakanlığı, Latin Amerika ve Afrika’da 10 ülkede tarım arazisi kiralamak için görüşmelere başladı. Sudan’da geçmiş yıllarda 850 bin hektar civarında bir arazi kiralanmıştı. Peki bizim toprağımız bize yetmiyor mu, her ürünü yetiştiremiyor muyuz, ne kadar arazimiz tarım dışına çıktı, ‘gıda krizi’ni hangi boyutta yaşayacağız? İyi Parti Tarım Politikaları Başkanı Ergin Kahveci‘ye sordum.
– Türkiye, tarım yapmak için 10 ülkede arazi kiralayacak. Sudan’da geçmiş yıllarda 780,5 bin hektar arazi kiralanmıştı, ne oldu o arazi?
Sudan’daki arazi ne yazık ki boşaltıldı. Proje akamete uğradı. Kurulan şirket geri çekildi. Yapılan harcamalar ve yatırımlar boşa gitti. Birkaç kişi istifade etmiş oldu. Bürokrasi için ise devletten harcırah alarak gezi ve eğlence alanı projesi oldu. Aslında proje için kiralanan toplam böyle bir arazi hiç olmadı. Kiralama miktarı kâğıt üzerinde yapılmış bir kiralama idi. Sudan hükümeti bu miktar araziyi hiçbir zaman temin edemedi. Yer gösteremedi. Gösterilen yer ise Sudan yerli halkı tarafından dirençle karşılaştı. Bu toprakları kullanan insanlar sürekli sorun çıkardı.
– Tarım Bakanı Vahit Kirişci, “Türkiye’nin üretimi kendi ölçeğinde Türk halkına yeter ama ihracatı seçiyorsan, yurt dışında da kiralama yapmak gerekiyor. Oralara modern tarımı götürmek istiyoruz” dedi. Mesela bizim Venezuela’nın toprağına ihtiyacımız var mı?
Türkiye TÜİK verilerine göre 526 kalem ürün üretiyor. Bu sayıya en az yüzde 10 ilave etmek lazım. Çünkü ekonomik değerli endemik ürünler TÜİK metrajına girmediği için sayıda yer almamıştır. Toplam yaklaşık 235 milyon ton ürün üretiyoruz. Böylesine bir tarımsal ürün çeşitliliği muhteşem bir lütuf. Bu coğrafyanın zaten kendisi bir lütuf. Bu veriler bile en az 220 milyon kişiyi asgari enerji miktarı üzerinden 65-70 yaşına kadar yaşatmaya yeterli. Ayrıca 14 bine yakın biyoçeşitliliğe sahibiz. Yine TÜİK verilerine göre 2004-2020 arasında 4,2 milyon hektar arazimiz tarım dışına çıkmış. 2004-2020 arasında işlenen toplam arazi miktarı miktar olarak 4 milyon 240 bin 115 hektar azaldı. 23 milyon 812 bin 992 hektardan 19 milyon 572 bin 877 hektara düştü. Azalış oranı yüzde 18 oldu.
– En fazla azalan beş il hangisi?
Konya, Diyarbakır, Şanlıurfa, Yozgat, Adana…
Kimsenin toprağına mecbur değiliz
– Hâlâ kullanılmayı bekleyen hazine arazilerimiz var mı?
Var. Bu arazilerin en az 2/3’nün tarıma geri kazandırılması mümkün. En çok toprak kaybı olan Konya, Yozgat, Ankara, Afyonkarahisar, Kırşehir gibi illerin kurak-yarı-kuşak iklim kuşağında. Yani tahıllar, buğday ekim alanları kuşağında. Hâlâ sulamaya açılacak 2-2,5 milyon hektar arazimiz var. Doğrusu DSİ ve kamu kurumları sulama, sulanan araziler, sulamaya açılan araziler, sulanabilir araziler gibi kavram kargası yaratarak gerçek rakamı veremiyor olsa da. Sulama rehabilitasyonu yapılacak arazilerimiz var. Yani hâlâ birçok avantajımız mevcut. Kendi ihtiyaçlarımızın bir kısmını karşılamamız mümkün. Bütün bu sorunları ve iç çözüm yollarını tüketmeden yurtdışında tarım yapacağız demek ülkenin bu analitik gerçekliklerinden kopmuş olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Bizim zorunluluk olarak kimsenin toprağına ihtiyacımız yok. Özellikle temel gıda kaynakları açısından. Ana ürünler açısından. Lüks tüketim için ise çok zengin bir ülke değiliz ne yazık ki! Hatta son 20 yılda hızla fakirleşen bir ülkeyiz. Yoksuluz ve sayelerinde yoksunluğu da öğrendik. Şimdi bütün bunlar ortada iken yaşadığımız her şey sadece bilinçli bir yönetmeme isteği ile izah edilebilir. Ya kaosu yönetiyoruz ya da kaos bizi yönetiyor.
Kendi ülkemizin insanını en güzel şekilde besleyeceğiz
– Ekimi zor olan ürünler orada ekilecekmiş… Hangi ürünler onlar?
Her ürün her ekosistemde üretilemez. Ürünler iklim seçer. Ekolojik ihtiyaçları farklıdır. Bu durum hem bitkisel hem de hayvansal üretimler için geçerlidir. Kanguru Avustralya’ya özeldir. Fındık ise Karadeniz coğrafyasına. Tarım’ın keşfinden bu yana geçen 10-12 bin yılda insanoğlu iki beslenme yolu üzerinde hareket etmiştir.Tahıllar (Buğday, Arpa, Çeltik) ve et. Özellikle kırmız et. İşte bu nedenle ülkelerin, kıtaların, coğrafyaların beslenme ve besin maddesi tüketimi farklılaşmıştır ve farklıdır. Ancak dünyadaki nüfusun sürekli hareketliliği asıl unsur olmakla beraber, insanoğlu farklı gıdalar tüketmeye meyillidir. Bu nedenle ülkelerin ham ya da işlenmiş gıda çeşitliliği gün geçtikte artmaktadır.İhtiyaçlar ithalat ve ihracat olarak tarımsal ticarete konu olmaktadır. Ancak bizim ülkemiz açısından üretimi zor olan ve önemli ihtiyaç olan; olmazsa mahvoluruz diyeceğimiz bir ürünü biz bilmiyoruz. Üretilecek ürünler, ekstrem ihtiyaçlar için olacaksa yani zorunlu ihtiyaç değilse devletin bu kadar minimal bir konuyu öncelemesi, konuşması düşünülemez. Yok bilmediğimiz bir şey varsa o halde biz de soralım: Neymiş bu yetişmesi zor olan, çok önemli ürünler sayın bakan?
– Kiralanacak tarım arazileri için özel sektörün de devrede olacağı belirtildi. Bu bilgi bize bir şey söylüyor mu?
Açık söyleyelim: Biz ne yurtdışında arazi kiralanmasına karşıyız ne de uluslararası ticarete. Ancak gıda hakkı insanlık hakkıdır; beslenme ihtiyaçtır, yaşamsaldır, yaşama dairdir. Bütün insanlar, hayvanlar ve bitkiler bu hakkın doğrudan, doğal zorunlu sahibidir. Biz İYİ Parti olarak beslenme hakkını öncelemeyi, beslenme hakkına saygı duymayı “insani bir ödev” olarak görüyoruz. Bu hakkı sağlamayı ise “insani bir görev” olarak alıyoruz. İşte çerçevesi bu şekilde çizilmiş uluslararası ilişkilere açık olmakla beraber; uluslararası gıda kapitalizmine, gıda üzerinden yayılmacılığa, gıda hakkının sömürülmesine cepheden karşıyız. Geri kalmış ülkelerin topraklarının bu şekilde kendi insanlarından çekilip alınmasını doğru bulmuyoruz. Toprağın sahipleri yeterli beslenemezken, açlık ve yoksunluk içinde iken başkalarının tıka basa doymasına razı değiliz. Bu durum bizim topraklarımız ve bizim gıdamız için de geçerli. Önce can sonra canan demiş atalarımız. Önce kendi ülkemizin insanını en güzel şekilde besleyeceğiz. Sonra artanı (ki; çok artan ürünlerimiz var) uluslararası ticarete konu edeceğiz. Bu kalın çizgilerin dışında kalan, ülkeler arası ilişkiler, şirketler arası ilişkiler, bir yerde az olanla bir yerde çok olanın takas edilmesine dair ilişkiler, karşılıklı yetişmeyen ürünlerin uygun artık arazi ve ürünler üzerinden değişimi, ticareti gibi ilişkileri yukarıdaki “ödev ve görev” kapsamında görüp değerlendiririz. Ödev ve görev kapsamında olmayanları ise salt ekonomik boyutta değerlendirmeyiz. Bunun dışında kalan ve sorunun ironisi içeren rant odaklı, yandaşlara iş bulma, iş yaratma odaklı, ülkelerin zaaflarından yararlanma odaklı yaklaşımlara ise uzağız.
Çiftçi toprağı terk ediyor, yoksulluğu yeniden üretiyor
– Çiftçinin tarlayı terk ettiğini biliyoruz. Terk edenin bir daha dönmesinin zor olduğunu söylemiştiniz. Terk edip ne yapıyor?
Evet tarlasını ve ahırını terk eden bir daha geri dönmez. Ya da çok zor döner. Hele hele kadın giderse aile gider. Aile giderse çift, çiftlik gider. Bu durum sosyolojik bir gerçekliktir. Terk edip ne yapıyor çok güzel soru. Sorunun sosyoekonomik cevabı, yoksulluğu ve yokluğu yeniden üretiyor şeklinde ne yazık ki. Soruyu soru ile zenginleştirmek gerekirse; gidince nereye gidiyor diye sormak lazım. Eğer yanıt, köy kırsalından çıkıp kent kırsalına gidiyor ise cevabı yukarıdaki gibi olur. Yoksulluğu ve yoksunluğu yeniden üretmek. Ve maalesef hepimiz biliyoruz ki; köy kırsalından gidenlerin hemen tamamı kent kırsalına gidiyor. Eskinin gecekondu mahallelerine, yeninin modern gecekondularına. Gecekonducuların apartmanlarına. Varoşlara, gettolara, çöküntü bölgelerine. İşte bizim sosyoekonomik temel sorunumuzun özü burası. İşte bizim ana sorunumuz burası. Bunu çok konuşmak, çok yazmak lazım. Ama ben konuyu kısaca anlatacak olursam: Kırsal alanı (köy-kent kısalı), kırsal alanın sorusunu ve sorununu çözmeden hiçbir soruyu ve sorunumuzu çözemeyiz diye düşünüyorum. Bu yüzdendir ki biz İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanlığı olarak, bu alana yoğunlaşmış durumdayız. İYİ Tarım, İYİ Yaşam, Rüzgâr Gülü, Köy-Kent ikilemi, Kırsal Kalkınma gibi sorun odaklarına çözüm getiren projeler üretiyoruz. Bu alandaki tarımsal hareketliliği, geçişimi görüyoruz. Bu alanın geçişkenliğinin kentlileşmeye doğru, ileriye doğru olmasını arzuluyoruz. Geriye doğru ise bu alanın tecrübesini, bilgi sermayesini ekonomik sermaye ile buluşturup, tarımsal gelişmeye kaldıraç olmasını istiyoruz.
Açlık ve yokluk riski artıyor
– Bizi bu kış ürün bazında nasıl sıkıntılar bekliyor? Hangi ürünlere ulaşmakta güçlük çekeceğiz?
Bütün dünyada gıda fiyatları artıyor. Pandemi koşulları bunu tetikledi. Gıda hep söylendiği üzere bir silah olarak kullanılmaya başlandı. Bunun bilinçli bir kullanım olduğunu biliyor, görüyoruz. Ancak küresel gıda şirketleri ve gıdanın küresel arz gücünü elinde tutanlar bunu kullanıyor. Özellikle geri kalmış ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler bundan çok etkileniyor. Hele hele zorunlu, temel gıda maddelerini ithal etmek zorunda olanlar. Açlık riski artıyor. Ve hep söyleyegeldiğim gibi “yokluk” riski. Bu genel değerlendirmeden sonra ülkemiz açısından somut görünenler ne yazık ki şöyle: Buğday ve tahıllarda sıkıntı yaşayacağız. Ya un-makarna sanayimiz ya da un-ekmek arz’ımız sorun olacak gibi duruyor. Umarım her ikisi birden olmaz. Ayçiçeği ve yağı keza öyle. Mısır ve yemlik hammadde sorunumuz görünüyor. Bütün bunların öznesi olarak Rusya-Ukrayna savaşı gibi duruyor. Ben bu çatışmanın bizim için bir “fırsat penceresi” açacağını söyledim başından beri. Şu ana kadar değerlendirilemedi. Umarım yaz bitmeden değerlendirilir. Eğer böyle bir yönetim becerisi gösterilirse yukarıdaki sıkıntıların bir kısmı giderilir. Sorun sadece belki fiyat olur. Yokluk olmaktan, kuyruklar, karneler olmaktan çıkar. Yok değerlendirilmez ise talebin karşılanması oldukça pahalı olur diye düşünüyorum.
Taneyle, gramla, sayıyla almaya başlayacağız
– Gıda krizi yaşayacağız, bunu biliyoruz. Ama bu krizi nasıl yaşayacağız? Mutfaktan örnek verir misiniz?
Peşin söyleyeyim: Gıda krizi yaşamak zorunda değiliz. Tercihlerimizi ve politikalarımızı doğru yapar ve doğru kurarsak bu krizi dünyadan bağımsız hale getirebiliriz. Buna imkân da var; yol yöntem de var. Elbette mevcut koşullarda çok az dahi olsa zamana ihtiyaç da. Varsayalım ki; mevcut siyasal tercihler değişmedi. Zaten uygulamada olan “politikasızlığın politikası” devam etti. Ki; etmeyecek, çok az kaldı. Tane ile, gram ile, sayı ile, her gün, her an almaya başlayacağız. Az alacağız. Mutfaklarımız, ambarlarımız, buzdolaplarımız, soğutucularımız part time çalışacak. Ya da küçülecek, küçük küçük dolacak. Bütün bunlar en geç 2023 yılının sonunda bitmiş olacak. Piyasalar yeni iktidarı, liyakatı, bilgiyi, projeleri ve politikaları büyük bir beklenti üzerinden satın alacak. Nerede kaldınız beklentisi, normal beklentinin ötesine geçecek. Ve güven telkin edecek. Birçok şey kendiliğinden düzene girecek. 6 ay içerisinde tarımsal piyasalar dengeye gelecek ve halkımız rahatlayacak.
– Sizin öneriniz nedir?
Bizim önerimiz bir an önce siyasal tercihlerin değişmesidir. Üretimin, verimliliğin, rekabetin öncelenmesidir. Bunun için ise kamusal dengeleme-düzenleme-denetleme mekanizmasının kurulmasıdır. Devletin “hakem rolünü” üstlenmesidir. Üretim-etkinlilik-etkililik planlamasıdır. Neyi, nerede, nasıl, ne için üreteceğimizi bilmektir. “Kazanç odaklı” bir destekleme politikasıdır, “Fiyat odaklı” bir üretim politikasıdır. “Fiyatlama politikasıdır”. “Devletin köy kırsalına dönmesidir”. “Kent kırsalının devlete dönmesidir”. Kısacası; üretim, kalkınma, refahı tercih etmektir. Siyasal tercihleri halktan yana yapmaktır. Siyaseti politikalar üzerinden alternatiflendirmektir. Yol ve yöntemleri ise bilimsel esaslara dayandırmaktır. Bütün bunları yapacağız demiyoruz. Hazırız; az kaldı diyoruz.