DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Habertürk TV’de Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında soruları yanıtladı. Son dönemde erken seçim yapılacak iddialarıyla ilgili konuşan Ali Babacan, seçimin ne zaman yapılacağıyla ilgili tahminde bulundu.
“2022 YILININ İLKBAHAR VEYA SONBAHARINDA SEÇİM OLABİLİR”
Erken seçimle ilgili konuşan Babacan, “Oysa ki bizim partimiz sadece ve sadece vatandaşlardan gelen gelirlerle dönüyor. Bu işin görünürlüğü biraz da reklam bütçesiyle oluyor. Bugüne kadar arzu ettiğimiz ne varsa yapabildik. Ocak’tan itibaren ülke yokuş aşağı seçime doğru gidecek ülke. Tahminimiz 2022’nin ilkbaharı ya da sonbaharında seçim olabilir. Bizim Ocak’tan itibaren iletişime daha çok ağırlık vermemiz gerekiyor. Biz bir gönüllülük sistemi kurduk. Bize gelenler çok istiyorum ama yarın çocuğum mülakat sınavına girecek, o yüzden üye olmaya korkuyorlar. AK Parti üyeliğinden çıkıldığı andan itibaren hemen telefonlar geliyor. Bizim ilçe başkanımız ayrılmış e-devlet üzerinden, telefon geliyor ‘Siz galiba yanlış bir iş yapmışsınız, emin misiniz, biz bunu düzeltiyoruz’ diyorlarmış. Bizim kaç tane ilçe başkanımız zor kurtuldu AK Parti üyeliğinden. E-devletten ayrılıyorlar, iki gün sonra bakıyorlar yeniden üye yapılmışlar.” ifadelerini kullandı.
METİN GÜRCAN’LA İLGİLİ İDDİALARA YANIT VERDİ
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın sorulara verdiği yanıtlardan öne çıkan başlıklar şöyle:
“Türkiye’de dış politikada ve dış güvenlik meseleleri partimiz kuruluncaya kadar muhalefetin fazla eleştiri getirmediği bir alandı. Hükümetin her yaptığı zımnen de olsa doğruymuş gibi yaklaşım vardı. Biz o geleneği bozduk. Dış politikada da hatalar yapıldığını söyledik. Son tezkerede ittifaktan bir parti oy vermedi. Biz bu geleneği yıkmakta önemli fonksiyonlar gördük diye düşünüyorum. Hatalara göz alıcı bir şekilde uyarılarla yaklaşmak gerekiyor. Metin Gürcan Bey partimizin kurucu üyelerinden birisi. Uzmanlık alanı dış politika ve dış güvenlik. Metin Bey, partimiz kurulmadan önce de o işi yapıyordu. Televizyonlarda yorum, talep üzerine analiz yapma. Bizim bildiğimiz bütün bu çalışmalarını açık kaynaklardan derleyip şahsi analizi hale getirip, Metin Gürcan imzasıyla yayınlamak. Yaptığı iş buydu. Bildiğimiz kadarıyla Metin Bey’in herhangi devlet sırrında gizli bilgiye erişme, ulaşma imkanı yok. Çünkü devlette çalışmıyor. Devlette çalışıp da bu bilgiyi dışarıya taşısa casusluğun tanımı bu. Metin Bey’in çalışmaları açık kaynaklardan derlenen toplanan bilgiye dair çalışmalar. Kendisi bu meselelerde en sert çıkışı yapan isim. Belki de birilerinin rahatını, huzurunu kaçırıyordur.
“DOSYANIN TÜMÜNE BAKIP BÜYÜK RESMİ GÖRMEMİZ LAZIM”
Dosyanın henüz içeriğini bilmiyoruz. Bahsettiğiniz bilgiler bugün anladığım kadarıyla emniyet ve savcılıktaki ifadelerden. Ben henüz detaylı okumadım. Hukukçu arkadaşlarımız konuyu yakından takip ediyor. Her alanda uzmanlaşmış hukukçu arkadaşlarımız var. Ceza hukukçularımız, anayasa hukukçularımız var. Web sitesinden gönüllü hukukçu olmak için 2 bin başvuru var. Soruşturma gizli olduğu için ortaya çıkan bilgiler resmin tümünü göstermiyordur. Avukatlarımız inceleyecek ki, resmin tümünü görüp bir kanaat oluşturalım. Ben ‘hukuken yakın takipteyiz, hukuki destek olarak Metin Bey’e sonuna kadar destek veririz, çünkü masuniyet karinesi var. Eğer bu siyasi bir operasyonu ise o zaman da bu tür operasyon bize işlemez, DEVA kadrolarını korkutmaz, yolumuza devam ediyoruz’ dedim. Gizli soruşturma dosyasıyla ilgili bir miktar daha bilgi geldikten sonra görüşümüzü açıklayabiliriz. Bizim parti içi genelge ile 4 danışmanımız var ama Metin Bey o arkadaşlardan değil. Ancak Metin Bey raporlarıyla bize destek veriyor ve ben de istifade ediyorum. Bizde çalışan herkes gönüllüdür. Konunun detaylarını öğrendikten sonra siyasi değerlendirmeyi partimizin yetkili organlarıyla kuşkusuz yaparız. Dosyaya hakim olmadan bir şey söylememiz çok zor. Biz siyasi içerikli konularda arkadaşlarımızın sonuna kadar yanında dururuz; ama hukukun üstünlüğüne saygımız var. Bağımsız ve tarafsız olarak yargı sürecinin işlemesi önemlidir. Savcılık sürecini şu anda izliyoruz.
“VATANDAŞLARIMIZIN YÜZDE 50’Sİ HENÜZ BİZİ TANIMIYOR”
Bizim sahadan izlenimimiz kabaca oy verecek vatandaşlarımızın üçte biri DEVA Partisi’nden habersiz. Türkiye geneline baktığımızda seçmenlerin yüzde 50’si DEVA Partisi’ni kuran Ali Babacan ve arkadaşları olarak biliyor. Ama illere, ilçelere gittiğimizde ilgi alaka çok çok iyi. Cumartesi günü Kağıthane’de idik. Vatandaşlarımızın ilgisi, sevgi ifadesi. Kaç kere otobüsümüzü durdurdular. Yüzde 30’u eski AK Parti’ye oy verenler. Diğerleri diğer partili vatandaşlarımız. Biz Türkiye’nin yarınları konusunda insanları buluşturuyoruz. Türkiye için aynı hayali besleyen insanlar bizi destekliyor. Bizim üzerimize düşen daha çok görünmek, bilinmek. Şu anda mecliste olan 5 siyasi partinin tamamı Hazine’den yüksek destek alıyor.
“REKABETÇİ KUR DEMEK İŞ GÜCÜNÜN UCUZLAMASI DEMEKTİR”
Üç aydır Türkiye şunu yaşıyor. Merkez Bankası Eylül’de faiz indirme sürecine, kur sıçradı A’dan Z’ye her şeye zam geldi. Ekim’e ve Kasım’da faizler indi yine her şeye zam geldi, kur sıçradı. Aralıkta Merkez Bankası kur yine sıçrarsa hayat pahalılığı olarak yansıyacak. Yeni ekonomik modelden bahsediliyorsa onun sonucu şu anda ortada. ‘Bir bildiğimiz var’ diyorlar ya. Bildikleri bir şey yok. Sadece zihni sinir projesi, akıl dışı bir teoriyi uyguluyorlar. Doları satmalarına rağmen tutamayınca, rekabetçi kur demeye başladılar. Rekabetçi kur demek, kurun yükselmesiyle Türkiye’de iş gücünün ucuzlaması demek. Bugün asgari ücret Çin’den daha düşük. 12.80’lik dolarla hesap ettiğinizde belki Arnavutluk’un da altına indik. Bir modelden bahsedeceksek, yapıp ettiklerine model kılıfı geçirmek istiyorlarsa, bu halkın fakirleşerek daha çok ihracat yapılmasıdır. Eğer halk daha da fakirleşsin, satın alma düşsün derseniz belki ihracatı biraz arttırabilirsiniz. İçeride vatandaşlarımız tüketmedikçe, içeride ekonomik şartlar dönmedikçe arzu ettiğimiz büyümeye asla ulaşamayız. Merkez Bankası’nın faizlerini düşürdüler. Aynı dönemde Hazine’nin borçlanma faizi arttı.
“NOBEL ÖDÜLLÜ İKTİSATÇILAR GELSE EKONOMİYİ DÜZELTEMEZ”
Faizler düşerken Türkiye’nin borçlanma faizi artmış. Hazine’nin dışarıdan borçlandığı paranın faizi artmış durumda. Borçlanma faizi piyasada oluşuyor. Hazine ihaleyle borçlanıyor. İkinci el piyasada da sürekli olarak ikinci el tahvillerin faizini görüyorsunuz. Hazine’nin daha pahalı borçlandığı bir ülkede büyümeyi nasıl sağlayacaksınız? Hazine baştan kabul ediyor ki, bu ülkede 5 yıl boyunca ne enflasyon düşecek ne faizler. Merkez Bankası’na talimatla faiz düşürüyorsunuz, Hazine bugün yüzde 21-22 faiz ödeyecek. Hani faize karşıydılar. Eğer nas ise azı çoğu yok ki bu işin, sıfırla. Merkez Bankası sıfır faizle para veriyorum derse herkes Dolar alacak. Şu anda piyasa fiyatlama yapamıyor. Piyasa dövize fiyatlama koyamıyor. Bu ekonomi gerçek bilim alanı. Aynı zamanda sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi ile iç içe alan. Aklın ve rasyonalitenin gereğini yapmayınca düzelmesi mümkün değil. 10 tane Nobel ödüllü iktisatçıyı getirsinler, ekonomiyi emanet etseler, onlar dahi Türkiye ekonomisini gerçek anlamda düzeltemezler. Türkiye’nin dışındaki yanlış ve saçmalıkları geliyor ekonomiyi vuruyor. Bir de hukuk ve adalet meselesi var. Türkiye’de gerçek anlamında hukuk devleti olmayınca ekonomiyi düzeltmek mümkün değil. Uzun vadeli yatırımcılar güvenin olmadığı yere yatırım yapmazlar. Sadece düzgün ekonomi politikaları değil hukuk, adalet, eğitim gibi her alanda köklü revizyon gerekiyor. En önemlisi hukuk.
“GEZİ OLAYLARI ÖRGÜTLERİN ARAYIP DA BULAMADIĞI ZEMİN OLDU”
2013’den sonra ne oldu? Gezi olaylarından sonra Türkiye’nin daha otoriterliğe evrildiği yerdir. Ben o zaman Bakandım. Dediler ki, ‘Burada hazır park var, gençler burada bina görmek istemiyorlar’ dedi. Sayın Arınç da kabinedeydi sanıyorum veya Meclis Başkanıydı. Bakanların hemen hemen tamamı ‘yanlış yapıyorsunuz, çağıralım bir konuşalım, gençleri çağıralım’ dedi. Bu kadar inat ve ısrar olur mu? Sonra o çevreci hareket siyasallaştı, bazı örgütlerin arayıp da bulamadığı zemin haline geldi. Sonuçta ısrar ve inatla o gün Başbakan, sayın Erdoğan ‘hayır’ dedi. Söylüyoruz ‘hayır’ diyor. 2013’ün öyle bir özelliği var. 17-25 Aralık’ta 2013’de oldu. FETÖ o zaman terör örgütü olarak tanımlanmıyordu. Şimdi FETÖ diyoruz. Onların yargının, polis teşkilatına girip kumpas yapması. Ben o gün ‘mini darbe girişimi’ demiştim. Sonra darbeye kalkıştılar. Demek ki seçilmiş bir hükümete kumpas kurulabiliyor. Güvenlik birimleri içinde, yargıda çalışabilecek yapı. Alın size büyük risk. Bir başka 17-25’de yolsuzluk iddiaları ve o iddiaların üstüne gidilmemiş olması. Meclis tutanaklarında 17-25 Aralık’tan sonraki bütçe görüşmelerinde kapanış konuşmayı ben yaptım. Hükümet adına konuştum. 1 saatlik konuşma. Dedim ki, “Burada bir kumpas vardır, iki kumpasın üzerine sonuna kadar gidilmelidir, burada yolsuzluk iddiaları vardır, bunun da sonuna kadar gidilmelidir” Bir ülke düşünün kü, hükümetin kontrolü dışında güvenlik, istihbarat, kolluk kuvvetleri ve yargı üstünde seçilmiş hükümetin dışında bir şeyler yapabiliyor. FETÖ’nün dış güçlerle işbirliği daha sonra ortaya çıktı. Bir Körfez ülkesi bunların işbirlikçisi olduğu ilan edildi. Hükümetin bakanları bunları açıkça ilan etmedi mi? Sonra ne oldu da ilişkiler düzeldi, anlamadım.
“SURİYELİLERİN MALİYETİ TÜRKİYE EKONOMİSİNİ BELİRLEMEZ”
Taraflardan birbirinin kendi aralarında bir şey demesinin bir anlamı yok. Bu ülkenin kaderiyle ilgili mesele bu. O gün ilişkileri niye bozdunuz, bugün niye düzelttiniz, bunu bilmek bizim hakkımız. O gün FETÖ’ye destek verdi diye iddiada bulunduysanız, çıkın şimdi bunu anlatın. Bunu bakanlarınız söyledi. Madem vatandaşa o zaman duyurmuştunuz, şimdi ne oldu bunu da duyurun. 10 milyar dolara değişilir mi bu iş? Bizim bütçemizde Türkiye’de yaşayan Suriyelilerle ilgili harcamalar belli. Yurt dışındaki yardım destek belli. Bütçeye baktığımızda çok büyük rakam görmüyoruz. Suriyeliler gelirken sayın Erdoğan çıktı, 30-35-40 milyar dedi. Zımni maliyet diye bir şey var. Gölge bir maliyet ve bunun üzerinden çıkarıyorsunuz. Fiili maliyet o kadar yüksek değil. Üstelik çalışıp da kazanan Suriyeliler de var. AB’den gelen hibe de var. Suriyelilerle alakalı ekonominin, Türkiye’nin ekonomisiyle ilgili olmadığını düşünüyorum. Bu ülke güçlü bir ülke. Suriyeliler geldiğinde yeni bir okul inşa etmedik ki. Dolayısıyla yeni bir yatırım yok. Bu işin sadece cari giderleri var. Sosyal destek, yardım var. Türkiye gibi ülkelerin ekonomisini bunlar belirlemez. Aslolan öngörülebilirlik ve güven ortamıdır.
“BÜYÜK İHRACAT ARTIŞLARI ANCAK YENİ YATIRIMLARLA OLUR”
Merkez Bankası bağımsız olsa, kendi para politikasını kendisi açıklasa. Şu anda kendisi açıklıyor gibi görünse de ona talimat veren Cumhurbaşkanının kendisi. Hatta kendisi söylüyor. 3 Para Politikası Kurulu üyesi atıldı, yerine itiraz etmeyecek isimler kondu. Fazler ne kadar düşükse o ülkenin büyüme potansiyeli, üretimi, tüketimi artar. Normalde alamayacağı evi küçük küçük taksitlerle öder. Faiz düşünce insanlar çok yatırım yapar. Parayı kazanır, düşük faizle borcunu öder. Ama faiz talimatla düşmez. Güven ortamı oluşturursunuz ancak o zaman düşer. Paranın bol olduğu dönemde güven de varsa zaten faiz düşer. Yüksek kur ille ihracatı artacak diye bir tabir var. Büyük ihracat artışı yeni yatırımlarla olur. Biz 12 bin 500 doları gördük, o refahı yaşadık. Sonra 8 bin dolara düşünce millete anlatmak zor. İki gün önce İstanbul’da birkaç gençle bir araya geldik. Üniversite 1’de iken burslarımı biriktirdim 15 gün Avrupa’da tatil yaptığını söyledi. Şu anda mümkün mü? Biz insanları fakirliğe razı edeceğiz, ucuz işgücüyle daha çok üreteceğiz deniliyorsa öyle bir büyüme modeli batsın, yazık! Ekonomi büyüsün ama bu büyümeden herkes payını alsın. Ekonomi insan için var.
“BENZİNİN 9.99’U GEÇECEĞİ KİMSENİN AKLINA GELMEZDİ”
Bu dövizdeki artış A’dan Z’ye her şeye zam olarak yansıyor. Mazot katlayarak gidiyor. Dün şehir merkezinde İstanbul’da benzinci gördüm. Benzinin fiyatı 0000 yazıyordu. Çünkü 10 bin lira olmuş, artık sığmıyor. Benzinin 9.99’u geçeceği insanların aklına gelmemiş. Şimdi enflasyon çift haneye kilitlendi artık inmiyor. Hiperenflasyonun tanımı farklı. Teknik olarak Türkiye’deki enflasyona hiperenflasyon dememiz doğru olmaz. Ama yanlışta ısrar olursa hiperenflasyon olur tabii ki. Küresel krizden 6 ayda ülkeyi çekip çıkartmamız bütün dünyanın teslim ettiği başarılar. Sayın Erdoğan ‘Biz ekonominin kitabını yazdık’ diyor. Kitabını yazdığı hangi dönem? Bizim iş başımızda olduğumuz dönem. Toplam 11 yıl. 3 dönem dolana kadar ben hükümette bakan olarak görev aldım. Bir başarısızlık varsa o gün Başbakan ‘Sen yapamıyorsun’ derdi. Uluslararası toplantılarda ‘Türkiye başarı örneği’ diye tescil edildi. O döneme laf edenler kendi kredibilitesinden yer. 11 yılda ortak akıl ve istişare çalışılmış. Ülkenin ekonomisi büyümüş. Ülkenin borcu büyümeden daha az artmış. 2013’ün sonunda IMF’ye borcu sıfırladık. 19 kere bu ülke IMF ile stand by anlaşması yapmış. Biz tertemiz tamamladık. Son transferi yapıp, IMF’e borcu sıfır yaptık. Bugün DEVA Partisi insanların güveni ve desteğini kazanan bir partisi olmuşsa düzgün bir kadroyla çıkmamızın yanı sıra geçmişte iyi işler yapan bir kadro olmamızın da payı büyüktür.
“SAYIN DAVUTOĞLU’NA DESTEK VERMEMİN EN ÖNEMLİ SEBEBİ”
Sanayi ve gayrimenkul piyasası arasındaki dengenin bozulmaya başladığı anda hemen açıklama yaptık. 2011’den sonra hızlandık. Önce uyardık, ‘ekonominin dengesi bozuluyor’ dedik. İmar değişikliğiyle gayrimenkulde rant sağlandığı için. Ülke dövizle borçlanıp da yatırımı döviz üretmeyen bir yere yaptığında illa ki bir kriz olur. Hemen yasal düzenlemeler yapmaya başladık. İmar rantlarının vergilenmesi. Hepsinin kanunu hazırladık. O zaman sayın Erdoğan’a sunduk, hepsi reddedildi. Çünkü o kadar güzel paylaşılıyor ki bu rant. O kuvvetli lobiye karşı başarılı olamadık. Sayın Davutoğlu Başbakan olmadan önce bu konuları önemsedi. Benim kendisine Kasım seçimlerinde destek vermemin en önemli sebebi budur. Gerçekten de sahip çıktı. Ama Kasım seçimlerinden sonra Başbakanlığı 6 ay sürdü. O kadar büyük rant ki, buna karşı duran Başbakan da olsa, yıkıp geçtiler. Ama üzüldüğüm şu oldu, o zamanlar benim aleyhimde ilanlar verilmişti, sayın Erdoğan da ona destek verdi.
“PARİS SÖZLEŞMESİ’NE ATILAN İMZAYA KİM İNANABİLİR Kİ?”
Türkiye’nin dijital dönüşüm ve teknoloji, yüksek katmanlı üretime geçemedi. Biz DEVA Partisi olarak en son eylem planımızı dijital teknolojiyi açıkladık. Siyasi ahlak yasası 6’lı masanın gündeminde. Siyasi etiği parlamenter sistem çalışmasını gündeme aldık. Siyasi ahlak, siyasi etik meselesi uluslararası kuruluşların Türkiye’nin de taraf olduğu anlaşmaların bir parçası. Avrupa’da 28 ülkenin kabul ettiği kurallar var. Türkiye uluslararası imza atıldığı anlaşmaya uymuyor. İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir imza ile çıkıyor sonra Paris Anlaşması’na imza atıyor. Buna kim inanır ki?
“TÜRK LİRASI ŞU ANDA TARİHİNİN EN DİP NOKTASINDA”
Sanayici ve esnaf elindeki stoka kadar dayanabilir. Yeni mal alınca fiyatlarına yansıtmak zorundadır. Esnaf ‘malını satayım, borcumu ödeyeyim’ derdindeyse eski fiyata satar. 100 TL’ye sattığı malın yenisini 130 TL alacaksa sermayesinden yer, ama borcu varsa mecbur satar. Elektrik, kira arttı. Pandemide çok büyük borç biriktirdi esnaf. Pandemi döneminde kendi vatandaşına en az yardım yapan ülke oldu. Bol bol kredi verildi. Esnaf yüksek maliyetlerle de olsa işini çevirmeye çalışıyor. Biz esnaf, çiftçinin üzerindeki borç yükünü nasıl çözeceğiz, hepsini hazırladık. TL şu anda tarihinin en dip noktasında. 1 Ocak 1994 tarihi de dahil olmak üzere. Türk Lirası hiçbir zaman bu kadar kıymetsiz olmamıştı. Doğru politikalar uygulanırsa akın akın döviz gelir Türkiye’ye, o parayı koyacak yer bulamayız.
“TÜRKİYE’NİN İLK 90 DAKİKADA YAPACAĞI İŞLER VAR”
Bugün hemen yapılacak işler var. Yargının bağımsızlığını sağlamak. Hükümet kurulur yeni hükümet ilk 90 dakikada bunu açıklar. Hakim ve savcılara ‘artık bizden size talimat gelmeyecek’ diyeceksiniz. Yargının bağımsızlaştırılması, basın özgürlüğü, gençlerimizin rahat nefes alması ilk 90 dakika. Bugün üniversite hocası ‘O kadar üzülüyorum ki, felsefe derslerinde öğrenciler soru sormuyorlar, susuyorlar, korkuyorlar’ dedi. Basına dönüş ‘değerli basın mensuplarınız artık özgürsünüz, artık hiç kimsenin patronunu arayıp da işten kovdurtmayacağız’ diyeceksiniz. Hakaret, nefret suçu olmaması gerekir tabii ki. Bu işler 90 dakikada düzelir. Gençlere ‘sosyal medyada özgürce paylaşın, kimse size ilişmeyecek’ deyin.
“ÖZELLEŞTİRME GELİRLERİ İLE ESKİ BORÇLARI KAPATTIK”
Bizim özelleştirme programı, özellikle ekonominin en zor, kaynağa ihtiyacı olan dönemde gerçekten önemliydi. Özelleştirmeden gerçekten iyi satışlar yapıldı. Biz onu sadece ve sadece Türkiye’nin borcunu azaltmakta kullandık. Özelleştirmeden gelen gelirlerle eski borcu kapattık. Borcu düşük olan bir ülke olarak 2008-2009 krizinden güçlü çıktık. Borcu ödediğimiz anda o borcun faizinden de kurtulmuş olduk. Borç sırtta yüktü. Yükü atınca daha hızlı koşup, büyüyorsunuz. Bazı özelleştirmelerde tekel konumundaki şirketleri özelleştirdiğinizde denetlemesini iyi yapmak zorundasınız. Türk Telekom, elektrik, enerji gibi. Buralar özelleştirildikten sonraki süreçler çok sağlıklı olmadı. Gerçi Telekom’un ilk satışından 6,5 milyar aldık. İlk alımda tamamen dışarıdan taze kaynak girdi, sonrası süreç iyi yönetilemedi. Tamamen Ulaştırma Bakanlığı’nın bünyesinde götürülen bir işti.
“YAP-İŞLET-DEVRETTE İHALELER AÇIK VE ŞEFFAF YAPILMADI”
Daha sonraki süreç bazı konularda iyi yönetilemedi. Bir de yap-iş-devletler var. Bu projeler ihale ile verilirken o ihaleler açık ve şeffaf süreçle yürümedi. Davet usülü yapıldı. Hazine’nin dahli çok az sayıdaki projede oldu. İki veya üç projede şemsiye garanti verildi. Yatırımın ortasında deprem oldu, köprü yıkıldı falan. O tür durumlarda projeyi kalan yatırım ve borcuyla devralmak gibi. Projenin tamamına garanti verilmezse bu sefer proje yapılamıyordu. 2007-2008’e kadar böyle oldu. Sonuçta baktığınızda özelleşmenin hızlı gittiği dönemde biz öyle yönettik.
“TEZKERE GEÇİP TÜRKİYE’YE PARA GELECEK DİYE BİR ŞEY YOKTU”
Kapalı bir grup toplantısındaki görüşmelerden dışarıya bir haber sızdırması şeklinde oldu ama doğru değil. O gün AK Parti’de 363 milletvekili tezkere ile ilgili olarak konuşmamı dinledi. 1 Mart tezkeresinde kapalı grup toplantısında şunu dedim: “Türkiye’ye herhangi bir mali desteğin geleceğiyle ilgili almış değiliz. Tezkere geçecek Türkiye’ye para gelecek diye bir şey yok. Bu kararı verirken ekonomi ile ilgili kaygılar gündemde olmamalı. Tezkere geçmezse ekonomi batar diye bir şey yok”. Bir tane benim ses kaydımı, video kaydımı ortaya koyun. Gazete haberi içeriden yanlış aktarılan bir haber. Ben tekzip yapmıyorum. Hala da öyledir. İkinci bir kişi sorarsa ‘doğru değildir’ diyorum.
“ÜNİVERSİTELERİN YÜZDE 80’İ ‘YURT DIŞI’ DİYE KONUŞUYOR”
Geçen hafta Çorum, Yozgat, Sivas Tokat programı yaptım. İl başkanlarına üniversite öğrencilerin takıldığı mahalle varsa oralarda yürüyelim dedim. Bir kafeler yeri varmış. Cumhuriyet Üniversitesi’nde 60 bin öğrenci var. Gittik kafeler tıklım tıklım. Üçüncü kafeden geçerken masaya davet ettiler. Halka büyüdü, kalabalık oldu. Dedim ki, ‘okul bittikten sonra kaç kişi yurt dışında yaşamak ister kaç kişi Türkiye’de yaşamaya devam etmek ister’. Yüzde 80 yurt dışı dedi. Gerçekten çok karamsarlar. Daha 1. sınıf öğrencisi ‘iş bulamayacağım’ diyor. KPSS’den 80-90 alırım ama tanıdığımız yok dediler. Biz zaten mülakatı kaldıracağız. Gençlerin bir süre yurt dışında çalışması faydalı. Ben ‘imkanı olan gitsin ama nasıl olsa Türkiye’de işler düzelecek, Türkiye’ye gelmek şartıyla’ diyorum.
“BU KRİZDEN EN FAZLA 6 AYDA ÜLKEYİ DÜZE ÇIKARIRIZ”
2001-2002 krizinde bankalar batmıştı. İmar Bankası olayı vardı. Batık bankaların patronlarıyla ilgili gerekeni yapma yasası çıkardık. O zaman bu sert yasa anayasaya aykırı mı deniyordu. Sayın Sezer o zaman Cumhurbaşkanıydı. Gittim görüştüm. Sağ olsun o da dedi ki, ‘Sizin çalışmalarınızı takip ediyorum, meclisten geçirin onaylayacağım’ dedi. TMSF’yi bağımsız kurum yaptık, başına Ahmet Ertürk’ü koyduk. Gerçekten bağımsız yönetti. Biz o krizi çözmemiz 2 yıl sürdü. Enflasyonu tek haneye indirdik, paradan 6 sıfırı attık. 2008-2009 krizini çözmemiz 6 ay sürdü. Bankalar sağlamdı. İyi bir iletişim gerçekleştirdik. Biz bu krizden en fazla 6 ayda çıkarız. Ama iyice batırırlarsa, gerçekten 2001-2002’deki duruma düşürürlerse biraz daha uzun sürer. Zamanında Türkiye’de iki krizi çözdük, bunun kitabını yazdık, kitabını yazdık.
“CUMHURBAŞKANI ADAYINI ŞİMDİDEN KONUŞMAK ÇOK ERKEN”
Şu anda çok erken. Bu Cumhurbaşkanı adaylığı meselesini gündemde olmasını yanlış buluyorum. Olabilecek isimlerin dahi tartışılmasını yanlış buluyorum. Çünkü yıpranır, hiçbir ismi yıpratmaya gerek yok. Parlamenter sistemi çalışmamız gibi geçiş sürecini de çalışmamız gerekiyor. O geçiş sürecine uygun profilde bir Cumhurbaşkanı adayı gerekiyor. Bütün bunların bugünden çalışılması gerekiyor. İlkeler ve prensipler belirlenmeden Cumhurbaşkanı adayı isminin konuşulması çok yanlış. Parlamenter sisteminde bizim partimizin genel başkanı Başbakan adayıdır, Başkanlık sisteminde bizim partimizin genel başkanı Başkan adayıdır.”